27 Ocak 2013 Pazar

İZNİK AYASOFYA


.

nicaea

TAPINAK

Gymnasium

ROMA TAPINAĞI

AYASOFYA KİLİSESİ

ORHAN               CAMİİ

AYASOFYA             MÜZESİ

AYASOFYA CAMİİ  ( ORHAN CAMİİ )

2011 yılında bölgemizde yaşanan olaylara baktığımızda, belkide en önemlisi, İznik Ayasofya Camiinin Cumhuriyet döneminde ilk  defa yeniden ibadete açılmasıdır.  Bunu özellikle vurguluyorum. Çünkü bu eser, Osmanlı Devletinin ilk Camisidir. Osmanlı Döneminde Orhangazi Han’ın İznik’i 2 Mart 1331 tarihinde Feth etmesi ile, O gün Orhangazi Han İznik’e girerek Bizans İpmaratorluğunun Yönetim Merkezi konumundaki Bazilikasında Namaz kılmış ve fethinin nişanesi olarakta camiye çevirmiştir. Adını da Orhan Camii yapmıştır.

İşte bu eser,  6 Kasım 2011 Pazar günü , yani geçtiğimiz Kurban Bayramının Bayram namazında yaklaşık 100 yıl aradan sonra tekrar ibadete açıldı. Yıllarca Müze olduğu sanılan Ayasofya Camii aslında Orhangazi Vakfına ait bir Cami olup senedi ile Vakıflar Genel Müdürlüğe kayıtlı imiş. Tapusuda Orhangazi Vakfı adına tescilli imiş.
1995 yılında Kültür Bakanlığı Bu eseri Müze yapmak üzere Vakıflar genel Müdürlüğünden istiyor. Ancak cevaben aldığı yazıda ise Vakıflar Genel Müdürlüğü şu cümlelere yer veriyor.
            “Halen tapu, imar ve eski eser kayıtlarında cami olarak kayıtlı bulunmaktadır. 6570 sayılı Kanun’un 1. Maddesinde “Mabetler kiraya verilemez ve ibadethane haricinde hiçbir iş için de kullanılamaz” hükmü yer almaktadır. 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesi ise; tahsis edildikleri maksada göre kullanılmaları kanuna veya amme intizamına uygun olmayan hayrat vakıfların mümkün mertebe gayede aynı olan diğer hayrata tahisis edileceğini hükme bağlamıştır. Bu bakımdan sözkonusu Ayasofya Camii’nin müze olarak kullanılmak üzere Kültür Bakanlığı’na tahsisi mümkün olamamaktadır.”

İşte o gün bu gün Ortada kalan Ayasofya için bir de makbuz bastırılıyor. Kapısına bir görevli her içeri girenden para alınıyor. Kanunu yok, uygulaması yok. Yer müze değil. Kimse de bir şey diyemiyor. Kendiliğinden fiili bir durum oluşturulmuş.

Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç Bursa’dan aday olunca seçim çalışmalarında İznik’e geliyor. Bir vatandaş tam da Ayasofya’nın önünde Bülent Arınç’ın önünü kesip “Bak bu minare burada garip duruyor, bunun hepimizin üzerine vebali var” deyip bu güne kadar gelen fitili ateşleyiveriyor. Daha sonra bir sohbet esnasında Bülent Arınç Bey bu konuyu gündeme getiriyor.  Ayasofya’nın durumunun araştırılması için danışmanına talimat veren Başbakan yardımcımızın önüne İznik Ayasofya’sının gerçek durumu ortaya konuyor. Ve Vakıflar genel Müdürlüğüne Vakıf senedine uygun olarak hizmet verilmesi konusunda talimat veriyor.

Vakıflar Genel Müdürlüğüde Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortaklaşa yürüttükleri çalışma neticesinde Ayasofya Camiinin tekrar ibadede açılmasını, Kurban Bayramı namazına planlayarak uygulamaya koyuyorlar.

  
Şimdi de bu eserin tarihsel olarak geçirmiş olduğu evreleri inceleyelim.


 Ayasofya Camiinin Tarihçesi:

Çeşitli kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre bu eser İznik’in İlk kurulduğu yıllarda Şehrin Merkezinde, o günkü yönetimin kontrolünde ve inanç sisteminin paralelinde bir ibadet merkezi olarak kullanıldığı sanılmaktadır. Çünkü burada İznik’in ilk kurulduğu yıllardan itibaren bir yapı mevcuttur. Bazı tarihçiler burada Bazilika’dan önce Gymnasium olduğu kanaatine varmışlardır. Ancak Roma’nın Hristiyan olmadan önce Pagan olduğunu düşünürsek, belki de buranın  Pagan Roma’nın tanrılarının heykellerinin bulunduğu bir Roma Tapınağı olduğu da varsayabiliriz.
Bizans çağında ise burada bulunan yapının temelleri üzerine Bazilka tipinde bir kilise inşaa ediliyor. İnşaa tarihi tam olarak bilinmiyor. Tarihçilerin görüşlerinde IV. yy  da  raslıyoruz, VII. yy diyene de.  Ancak 7.Konsil (2. İznik Konsili) nin 11 Ekim 787 tarihinde burada yapıldığını billdiğimizden bu yapının 787 yılından epey önce yapıldığı kanaatine varıyoruz.
Yapının bilinen ilk tarihi olan 11 Ekim 787 de İznik Ayasofya’ da çok önemli bir toplantı yapılıyor. Hristiyan aleminin 7. konsil ve 2. İznik konsili adını verdiği bu toplantıda Hristiyanların temel inançlarından olan bir dizi kararın alındığını, 350 ye yakın din adamının katıldığı toplantıda kutsal resimlere tapmayı yasaklayan kararın onaylandığını görüyoruz.
1065 yılında meydana gelen İznik Depreminde Ayasofya’da çok büyük hasar görüyor. Depremden sonra tekrar onarılıyor. Şu an giriş kapısının hemen önünde bulunan döşeme mozainin bu onarım sırasında yapıldığı tahmin edilir. Aynı zamanda bu onarımda zeminin 1,4 m yükseldiği görülmektedir.
Orhangazi Han’ın İznik’i fethine kadar kilise, mahkeme hizmetlerinin bir arada yürütüldüğü bir idari mekan olarakta kullanılan Ayasofya, fetihten sonra ise Cami olarak hizmetini devam ettiriyor.
XVI. yüzyılda yangın geçirince, Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile Mimar Sinan tarafından yeniden onarılıyor. Bu onarım sırasında mihrap bölümü ve önüne güzel bir minare ekleniyor. (1520-1566) Bu onarımda ise zeminin şimdiki kapı seviyesine kadar yükseltildiği gözlenir. Şu anki zemin ise  1065 yıllarından sonra onarılan seviyeye indirilmiştir.
XVII.YY da İznik’in önemini kaybetbesi buradaki binalarada yansır. XIX. YY la geldiğimizde ise Ayasofya harap bir haldedir. Depremler, yangınlar ve Bursa’nın yunan işgalinde Yunanlıların Camilere verdiği zarardan da nasibini alan Ayasofya çatısız, yanmış ve yıkılmış haldedir.
1935 yılında M.K.Atatürk’ün emri ile bir araştırma yapılmış. O yıllarda yapılan sondaj çalışmalarında doğsundaki apsiste rahiplerin oturması için yapılmış olan kademeler bulunmuştur.
1953 te içindeki kalın toprak tabakası temizlenmiştir.
1979-1981 yıllarında çevresindeki topraktan arındılan yapı bütün olarak 1985 yılında ortaya çıkarılmıştır.
2007-2008 yıllarında ise  Zamanın Kaymakamı Rahmetli Hüseyin Avcı tarafından hazırlattırılan konsarvasyon planlaması, Vakıflar Genel müdürlüğü ve Anıtlar Yüksek kurulu  tarafından onaylanarak, yapıya şu an gördüğümüz çatı yerleştirilmiştir. Mimar Sinan’ın yaptığı  harap halde olan Minaresi onarılmış, ışıklandırması yapılmıştır.
2011 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü bu esere tamamen sahip çıkmış, Orhangazi Vakfına ait olan bu eserin Vakıf senedine uygun olarak tekrar ibadete açılmasını sağlamıştır.
(6 Kasım 2011 Kurban Bayramı Bayram Namazı)
Şu an Diyanet İşleri Başkanlığının hizmetinde olan Ayasofya Camiide beş vakit ezan okunmakta ve namaz kılınmaktadır.


Yapının tarihsel seyrini incelediğimizde gözlemlediğimiz  yapının 700 lü yıllardan 1300 lü yıllara kadar  Bizans İmparatorluğunun hükmünde kaldığı, 600 yıl Bizans’ın merkezi konumundaki İznik’te o günün yönetimlerine dinsel açıdan, aynı zamanda da yönetimsel açıdan hizmet verdiğidir. Yapı, ilk yapılış aşamasında zaten Bazilika tipi olarak yapılmıştır. Bazilikalar ise tamamen dinsel bir motif içermezler. O günkü iktidarın  aynı zamanda yönetim merkezleridir. Mahkeme olarak kullanılır. Apsis kısmındaki rahiplerin oturma yerlerinin oluşu da bunu net olarak göstermektedir. Bazilikayı bir anlamda Mahkeme binası olarak ta algılayabiliriz.
Orhangazi Han’ın 1331 te İznik’i fethinde bu eseri Cami’ye çevirmesindeki nedeni de bu açıdan bakarak anlamamız gerekir. Osmanlı Devletinin özellikle İlk yıllarında “Cami” İslam geleneğinden alınan şekli ile hem ibadethane, hem de devletin yönetim yeridir.  Hele yeni Feth edilmiş olan bir şehirde  en önde gelen ihtiyaç ise  bir an önce böyle bir mekanın hazırlanmasıdır.
Orhangazi Han İznik’i feth ettiğinde burada Hristiyan nufusta bukunmakta idi, hatta bu nufus Osmanlının son günlerine kadar burada her zaman var oldu. Osmanlı yönetimi İznik’te kilise yapısı olarak bulunan diğer yapıların hiç birine dokunmadı. Onları ibadetlerinde serbest bıraktı. Ayasofya’nın bugün tartışılan anlamda Camiye çevirilmesi olayını böyle değerlendirmek gerekir.
Fatih Sultan Mehmet Han ‘da 1453 te İstanbul’u feth ettiğinde, İznik’te dedesi OrhanGazi Han’ın yaptığı gibi, aynı yapı tarzında olan İstanbul Ayasof’ya’sında namaz kılmış, fethinin nişanesi olarak camiye çevirmiştir. Başka da hiçbir İstanbul kilisesine dokunmamışlardır.
Değerlendirmemiz; bizce öğünülecek bir durum olan bu tarihsel hadiselerin tamamen devlet Başkanının tasarrufu olarak yapılmasıdır. Her ikisinde de gördüğümüz bu eserlerin Vakıf haline getirilmesidir. İznik Ayasofya Camii Orhangazi Han ‘ın vakfiyesi olarak Vakıf Senetleri kaydedilmiştir. İstanbul Ayasofya ise Fatih Sultan Mehmet Han’ın vakfiyesi olarak Vakıf Senetlerine kaydedilmiştir.

Selam, sevgi ve saygı ile…




  
Tarihsel Kaynakça: Prof.Semavi Eyice - İznik Tarihçesi ve Eski eserleri
                               İsmail Özgören – Dört Kapı Dört Medeniyet İznik
                              Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları


  

Serdar AYDIN   -  15 aralık 2011  GioDETAY Dergisi  Mart-Nisan 2012 sayısı
                             Haber, araştırma, yorum.



            e-mail: serdarayd@yahoo.com
                       www.twitter.com/serdarayd 

13 Ocak 2013 Pazar

İZNİK TARİHİNE YOLCULUK




         İZNİK TARİHİNE YOLCULUK

         Mitolojik Sahne
            Ana Tanrıça Kybele ile Sangarios (Sakarya) ‘nın biricik kızları idi. Uzun sarı saçları beline kadar iniyordu, beyaz tenli  mavi gözlü idi. Her gören erkek hemen ona aşık oluyordu. O nun ise evlenmemeye ahdi vardı. Yalnız dolaşır, avlanır, tek başına yaşardı.  İşte bu çok güzel kızın adı NİKAİA idi. Yakışıklı çoban Hymnes peşinden çok koştu ama, ok atmada usta olan Nikaia, onu kalbinden vurarak öldürdü. Aşk tanrısı Eros için bu kabul edilemez bir durumdu. İntikamını almalı, Nikaia’yı dize getirmeliydi. Şarap tanrısı Dienysos bu işi halledebilirdi. Dienysos Nikaia’yı görür görmez aşık oldu. Hymnes’in başına gelenleri bildiğinden bir hileye başvurdu. NİKAİA Askania Gölü’nde yıkanırken içtiği suyu şaraba çevirdi. Sarhoşlukla işlediği günah NİKAİA’yı çok üzdü. Ancak zamanla Dienysos’a O da aşık oldu. onunla evlenerek  ona bir çok çocuklar verdi. Dienysos’ta onun aşkına karşılık NİKAİA’yı kurdu.
            Tarihin İlk Sahnesi
        
            M.Ö.5000 yıllar, Tepecik, Öyücek, Mekece höyükleri ilk yaşam alanları.
            M.Ö.2000 yıllar,  Trakya’dan göç eden Trakların Bittni adlı kavmi küçük Asya’yı işgal etti ve burada yaşamlarını sürdürmeye başladı. Askania gölü kıyısında da yaşamlarını sürdüren Bittni’ler o yıllarda yaşadıkları bu yere HELİKORE adını verdiler.
            Büyük İskender M.Ö.323 Yılında ölünce imparatorluğu dört parçaya ayrıldı. Generallerinden 
ANTİGONOS  Batı Asya’ya geldi. Askania Gölü kıyılarına geldiğinde burasının yaşanılacak yegane bir yer olduğunu keşfetti. Helikore’yi ele geçirdi. Harap edilmiş olan bu şehri yeniden kurdu ve adını da ANTİGONİA yaptı. M.Ö.316
           
            Antigonia önleri : General Lysimachos güzel eşi NİKAİA’yı çok sevmektedir. Ona mutlaka çok değerli bir hediye vermelidir. Güzel eşi Nikaia ise, Askania Gölü kıyılarına hayrandır. Her zaman bu gölün kıyısına gitmek, sularında yüzmek, bağlarında gezmek istemektedir. Adeta bu yere aşık olmuştur. General Lysimachos, Antigonos ile savaşa tutuşur. Büyük bir mücadelenin sonucunda emeline ulaşmış Antigonos’u mağlup etmiştir.  Şehir artık onundur. Hayır onun değil eşi NİKAİA’nın dır. Şehri biricik karısı, sevgilisi Nikaia’ya hediye eder. Şehir yeniden kurulur. Artık bu şehrin, bu gölün, bu yörenin adı NİKAİA’dır. M.Ö.301.
           
            M.Ö. 281 yılında Bithynia Krallığının egemenliğe geçen Şehir Kısa sürede Krallığın merkezi oldu.
            Uzun yıllar Bithynia Krallığı yönetiminde kalan Nikaia, nihayet M.Ö. 74 te Roma İmparatorluğunun egemenliğine girdi ve Roma eyaletinin başkenti oldu.
            Artık bu kent en iyi bir şekilde korunmalıydı. Kral Gallienus kentte hummalı bir çalışma başlattı. Şehrin etrafı surlarla çevrilmeliydi. Bu çalışma yüzyılları kapsadı. Sur kitabelerinden anladığımız kadarı ile İstanbul ve Lefke Kapı’nın Hadrianus döneminde yapıldığını, Göl ve Yenişehir Kapılarının ise İmparator Cladius Gothicus döneminde  268-270 yıllarında tamamlandığını anlıyoruz. 4970 m lik surun yüksekliğinin 11 m olduğunu ve  144 adet kulenin mevcudiyetini  gözlemliyoruz. Got istilalarında ve büyük depremlerde zarar gören surlar defalarca onarımdan geçmiştir.
            Bu dönemde Senato Sarayı, 12 adet Roma tapınağı, Gymnasium yapıldı, hiçbir zaman yapımı tamamlanamayan Roma Tiyatrolarının da temelleri yükselmeye başladı.
           
            Pagan Roma’dan Hıristiyan Roma’ya  l.İznik Konsili
            İsevilik (Hıristiyanlık) artık mağaralardan dışarı çıkmıştı. Pagan romanın tanrılarını bir bir ortadan kaldırmaya yetecek tek tanrı inancı Anadolu’yu kaplamış, Roma’nın içlerine kadar girmişti. İseviler bu uğurda canlarını veriyor cennetlerine kavuşuyordu. Artık Roma İmparatorluğunun siyasetende bu dinin karşısında durmasına imkan yoktu.  Böyle bir ortamda İmparator I.Costantinus kendini de çok güçlü kılacak tarihi bir karar aldı. Hıristiyan dünyasının gizli, açık ne kadar Papaz düzeyine gelmiş alimi varsa ki Piskoposların sayısı 318 i buluyordu, hepsini İznik’e davet etti. Hıristiyan dünyasının ilk ökümenik toplantısı, yani I.konsil, I.İznik Konsili adı ile İznik’te yapıldı. Hz İsa’nın getirdiği dinin savunucusu olan Arius fikirlerini şöyle savunuyordu “Allah’tan başka Allah yoktur. İsa O’nun kulu ve elçisidir. Allah bir tanedir. Allah çocuk doğurmaz. İsa Tanrı değildir. İsa’nın yaradılışı Adem’in yaradılışı gibidir.”  Ancak başarı elde edemedi. Alınan kararlarla Hz. İsa’nın İlahlığı kabul edildi. Arius’la beraber İznik Piskoposu da bu kararı imzalamadılar. Artık Roma İmparatorluğunun resmi dini Hıristiyanlıktı. 25 Haziran 325
            Bizans Canlanıyor
            Şimdi Nikaia’da kilise yapıları yükselmeye başlamıştı. Önce Şehrin tam merkezinde Bazilika tipinde bir kilise yapıldı. Bu Ayasofya Kilisesi idi. Bunu diğer kilise yapıları takip etti. O döneme ait beş adet Kilisenin ve ayazmanın kalıntıları hala gözlenmektedir. Koimesis kilisesi bunların en meşhuru ve görkemlisidir.
            Su yollarının da bu dönemde yapıldığı gözlenmekte, içme suyunun yanında pis su atık sisteminin de varlığı bilinmektedir. Su yollarında özellikle üsten gelen sistemin dışında, yer altından da bir içme suyu sisteminin şehrin dışından geldiği anlaşılmıştır.     
            İslam dininin ortaya çıkışı ile beraber bu dinin etkileri daha 610 lu yıllardan itibaren Roma İmparatorluğu etkilemeye başlamış, Hz. Muhammet’in ölümü sonrası İslam’ın yayılması için yapılan Cihatlar, İslam ordularının Anadolu’daki etkilerini göstermiştir. 726 Yılında Kayseri’yi ele geçiren İslam orduları İznik’i de kuşatmıştır.
           
            Bir Savaş Sahnesi
           
            Abdulvahhap Sancaktarı bir yiğit aslan, Seyit, gönlü Allah aşkıyla dolu, peygamber sevgisi ile süslü, İslam’ı yaymak için, nice gönüllere ulaştırmak için çırpınan bir yürek, bir beden. Allah’ın askeri. Nikaia İslam orduları tarafından kuşatılmıştır. Şiddetli çarpışmalar olmakta nice yiğitler bu uğurda canını vermektedir. Kuşatma esnasında Abdulvahhap sancaktarı Kızlar Burcunun üstünde kralın kızını görür ve ona aşık olur. Kralın kızı da bu yiğidin farkına varmış, yaptığı kahramanlıkları hayretle izlemekte ona gönlünü kaydırmaktadır. Şehir surlarından bir türlü içeri girilemez. Abdulvahhap şehre girip kapıyı askerlere açmanın yolunu arar. Kralın kızı ile bir gece burçların kenarından konuşur. Su yolundaki kapanı açarsa onunla buluşacağını söyler. Kızda su yolundaki kapanı açtırır. Lefke kapı dışındaki su kanalının içinden dalarak şehrin içersine giren Abdullvahhap, Kralın kızı ile buluşur ve onu bir şekilde atlatarak Lefke kapısını açmak ister ve açarda. Ancak, o anda fark edilen Abdulvahhap Sancaktarı’nın kellesi Bizans askerlerince kesilir. O çarpışmaya devam eder, bir arkadaşı o na bağırır “Bre Abdullah başını unuttun” der. Kellesini koltuğunu altına alır, üç adımda Abdullah tepeye çıkar ve şimdiki mezarının olduğu yere kendini defneder. İşte bize o günlerin hatırasıdır, Abdulvahhap Tepesi ve türbesi.
            Bu savaşta İznik alınamaz İslam orduları geri döner. Ancak Bizans’ın gönlüne korku girmişti. Bu 1071 in ayak sesleriydi.
           
           
            ll.İznik Kosili
            Roma İmparatorluğunda Hıristiyanlık tam manası ile oturmuştur. VI.Konstantin Vll. Ökümenik konsilin yapılması kararını almıştır. Vll. konsil ll.İznik konsili adı ile İznik’te yapılacaktır. Hıristiyan dünyasının Piskoposları yine İznik’te toplanır. Bu defa ki toplantı yerleri Şehrin merkezindeki Ayasofya Kilisesi’dir. Yaklaşık 350 Hıristiyan din adamı bu toplantıya katılır. Resimlere saygı duyulması fakat tapınılmaması kararı alınır. 24 Eylül 787
            Bizans 1050 li yıllara kadar kendi içinde iç çatışmalarla, iktidar kavgaları ile, isyanlarla uğraştı. 1065 yılının Eylül ayında İznik’te büyük bir deprem oldu. Adeta taş üstünde taş kalmadı. Ayasofya Kilisesi, Senato Sarayı, diğer kiliseler, surlar oldukça büyük hasar gördü.
            Türkler Sahneye Çıkıyor
            26 Ağustos 1071 Cuma Günü Malazgirt ovası: Romen Diyojen, Alpaslan’ın kendisine gönderdiği barış elçisini ret emiş, gücü karşısında ondan korktuğunu zannetmişti. Oysa ki Alpaslan her savaş öncesi yaptığı  geleneklerini yerine getiriyordu. Alpaslan’ın askerleri 50.000 kadar, Romen Diyojen’in askerleri ise 200.000 kadardı.
            Alpaslan beyaz elbiselerini bir kefen gibi giydi. Cuma sabahı ordusuna imamlık yaparak sabah namazını kıldırdı. Gün ağarıyordu. Kuşandı ve yağız atına bindi. Kılıcını çekti. Ve o tarihi değiştiren konuşmasını ordusuna yaptı. Konuşması bittiğinde bütün askerleri ağlıyor, O’na ve Allah’a olan itaatlerini bildiriyorlardı. Son olarak Allah’a dua etti ve ordusunun en önünde atını düşman askerlerinin üzerine sürdü.
            Akşama doğru Romen Diyojen’in ordusu yenilmiş bozguna uğramıştı. Esir olan Romen Diyojen’e  Alpaslan bir esir değil misafir muamelesi yaptı ve onun geri dönmesini sağladı.
            Bu savaşla Türklere Anadolu’nun kapıları açılmıştı, bundan da ilk nasibini alacak olan İznik’ti.
            Anadolu Selçuklu Devletinin Başkenti İznik
            Bu zaferden kısa bir zaman sonra 1077: Alpaslan’ın komutanlarında Kutalmışoğlu Süleyman Şah İznik’i kuşattı  ve İznik’i Bizanslılardan teslim aldı. Artık İznik bir Türk ili Müslüman ili olmuştu.  Sultan Kılıçaslan ise İznik’i Anadolu Selçuklu Devletinin merkezi yaptı. Selçuklu dönemi sürekli savaşlarla geçti. Kudüs’e gitmeyi hedefleyen  l. Haçlı ordusunun İlk önce İznik’i alması gerekiyordu. 600.000 kişilik ordu İznik’i kuşattı. Göl yolundan istihkakını sağlayan şehir direnmeye devam etti. Haçlılar gemilerini karadan yürüterek İznik Gölüne indirdiler ve Şehrin yardım almasını engellediler. Kılıçaslan ordusu ile büyük mücadele verdi. İki tarafında  çok ciddi kayıpları oldu. Sultan Kılıçaslan geri çekildi. 1097 de Haçlı ordusuna refakat eden Bizans komutanına şehir teslim edildi. Türkler Şehri Lefke Kapısından Eskişehir istikametine doğru terk ederken, Bizanslılar İstanbul Kapıdan İznik’e giriyorlardı.
            Ancak  Bizanslılar uzun süre kentte kalamamışlar 1105 te Nikaia’yı tekrar Selçuklulara teslim etmek zorunda kalmışlardı. Selçukluların bu dönemde ne kadar İznik’i ellerinde tuttukları tam olarak bilinmemektedir. İznik’te Selçuklu dönemine ait hemen hemen hiçbir esere rastlanmamıştır. Savaşlarla geçen dönemde imara yer verilmemiş sadece bir burç ve lahitli kule tamiratında Selçuklu izine rastlanmıştır.
         Nikaia’da ll. Bizans dönemi
         Bu döneme Thedoros Laskaris dönemi demek daha doğru olur. lV. Haçlı seferleri sırasında Thedoros Laskaris 1204’te İznik’te İmparatorluğunu İlan etti. Nikaia’yı Bizans devletini Başkenti ilan etti. İşte bu dönem İznik için en parlak dönemlerden biri oldu. 1065 depreminden bu yana imar görmeyen şehir tekrar imar edildi. Surlar  onarıldı ve önüne ikinci bir duvar eklendi. Ayasofya Kilisesi tekrar tam olarak bir onarımdan geçti. Saray inşa edildi. Yeni kiliseler yapıldı. Hastane ve felsefe okulu yapıldı. Şehir tam anlamıyla bir kültür merkezi oldu. 1261 yılında Bizans’ın merkezinin İstanbul’a alınması ile İznik ikinci plana düştü.
           
            İznik’in Fethi
        
            Selçuklu Beylikleri Bağımsızlıklarını ilan edince Selçuklu hakimiyeti sona erdi. Şimdi Türkler Yeni bir Devletle tarih sahnesine çıkacaklardı. Bu devlet ise Söğüt etrafında Oğuzların Bozok soyunun Kayı boyunun yerleştiği Osmanlı beyliği idi. Şeyh Edebali’nin damadı, Ertuğrul Gazi’nin oğlu bir yiğit, gözü pek ileri görüşlü bir alim, bir lider, bir komutan,  bir kurucu Osman Bey.  Yıl 1299 u gösterdiğinde Osmanlı Devletini ilan etti ve diğer beyliklerinde kendisine bağlanmasını emretti. 
            Daha ilk yıllarda Osmanlı Devletinin kuruluşu NİKAİA’yı tedirgin etti. Osman Bey’in ilk hedefi aslında İznik’ti. İznik’i kuşattı ancak Yenişehir’i, Karacahisar’ı, İnegöl’ü, Bilecik’i fethetti. Bursa’yı kuşattı alınışını görmeden vefat etti.
            Orhangazi Babasının İzinden giden bir kahraman, bir büyük komutan, siyasi bir deha. Daha gençlik yıllarında İznik kapılarına defalarca gelmiş. Her gelişinde “seni alacağım İznik” diyerek yeminler etmişti. İşte o seferlerinden birinde Yarhisar Tekfurunun kızı Holifara’ya aşık oldu. Holifera’da bu yiğide gönlünü kaptırdı. Sık sık Holifera ile buluştular. Ancak, Yarhisar tekfuru kızını Bilecik tekfuru ile evlendirmek istedi. Düğün kuruldu, Holifera gelin olmak üzereydi. Orhangazi düğünü bastı ve Holifera’yı kaçırdı. Holifera Müslüman oldu. Artık adı Nilüfer Hatun’du. Nikah kıyıldı, düğün kuruldu. Nilüfer Hatun Osmanlının Gelini, Murad Hüdavendigar’ın annesi oldu.
            Orhangazi Babasını defnetmeden Bursa’yı aldı ve vasiyeti üzerine babasını  gümüşlü kubbenin altına, Bursa’ya defnetti. 1324
            Artık önündeki ilk hedefi İznik’tir. İznik’i kuşatmıştır. Hatta Yenişehir kapı dışına karargah kurmuş, ordusu için Hamam ve cami yaptırmıştır. Şehrin bütün giriş ve çıkışları artık Orhangazi’nin kontrolündedir. Şehir sadece gölden yardım alabilmektedir.
            Bizans ise neredeyse düşmek üzere olan Nikaia’yı kurtarmak için son bir manevra yapmak istedi, Bizans ordusu İstanbul’dan İznik’e hareket etti. Bunu haber alan Osman Gazi bir birliğini İznik önlerinde bırakarak Bizans ordusu ile Palenkanon (Maltepe) denilen yerde meydan muhaberesi yaptı. Savaşın sonucunda Bizanslılar yenilmiş artık Nikaia için kurtuluş yolu kalmamıştı.1330.
            2 Mart 1331
        
         Osmangazi Kaftanını, kavuğunu giydi, kuşandı. Kıştan yeni çıkılmış güneşli bir gündü. Kuşluk vakti beyaz atına bindi. Önde Osmanlı sancağı vardı. Askerleri o gün için hazırlanmışlardı. Hepsi tertemizdi. İhtişamla Yenişehir Kapısı önüne gelirken kalenin kapıları Bizans askerlerince açılıyordu. Atın nal sesleri, askerlerin adımları ve bellerindeki kılıçların şıkırtılarından başka bir ses duyulmuyordu. Nikaia’nın kumandanı Osmangazi’yi saygıyla karşıladı. Nikaia halkı, yolun iki yanına dizilmiş Osmangazi’nin ve Türk askerlerinin şehre girişini dikkatlice ve sessizce seyrediyorlardı. Osmangazi atı ile şehrin merkezine doğru ilerlerken  eli ile de halkı selamlamayı ihmal etmedi.
            Ayasofya Kilisesi önüne geldiğinde atından indi. Yanındaki hocası ile beraber kilisenin kapısına yöneldi, O’nu kapıda kilisenin papazı karşıladı. Papaza “namaz kılacağım, bana yer gösterir misin?” dedi.  Yanında getirdiği koyun postundan seccadesini kıbleye doğru serdi ve iki rekat şükür namazı kılarak  dua etti.
            Dışarı çıktığında halk onu bekliyordu. Atına bindi ve şöyle bir konuşma yaptı.
“İznik’in muhterem halkı, bugünden sonra bu şehir Osmanlı Devletinin payitahtıdır. İsteyen bu şehirde  kalabilir. İsteyen gidebilir. Gidenler istedikleri eşyalarını yanlarında götürebilirler. Kalanların malları kendilerinindir. Canları ve malları bizim korumamız altındadır. Vergi vermek kaydı ile kalabilir, kendi dinlerini, örf ve adetlerini yaşabilirler. Eşi ölmüş olan kadınlarınız ve kızlarınız askerlerimle şer-i nikah ve  rızanız ile evlenebilirler. Evlenen askerlerim İznik’in muhafazasında kalacaklardır. Fethimin nişanesi olarak Ayasofya’yı Camiye çevirdim. Artık bugünden itibaren Müslüman halkın camii ihtiyacını ve Cuma mescidi ihtiyacını Ayasofya görecektir. Adı da Orhan Camii’dir ve benim vakfımdır.  Başkada hiçbir ibadethanenize, kilisenize dokunulmayacaktır. Şehirde kalacak olan Hıristiyan halk ibadetlerinde serbesttir.”
            Bu konuşmanın ardından halkın büyük bir bölümü İznik’te kalmaya karar verdi. Gidenlerde İstanbul kapı istikametinde şehri terk ediyorlardı.
           
            Osmanlı Dönemi
         Orhangazi İlk düzenlemeyi Ayasofya’da yaptırarak Camiye çevirmesinin ardından, Orhan Caminin yanına bir de Medrese yaptırdı. Bu dönemde  Nilüfer Hatun İmarethanesi, Süleyman Paşa medresesi de  yapıldı. Daha sonra ki dönemlerde bu eserlere Hamamlar, camiler, türbeler, zaviyeler eklendi. Osmanlı’nın ilk mescidi olan Hacı Özbek mescidi 1334 ve ilk camisi olan Yeşil Camii 1379 bu ilk dönemin yapıtlarıdır.
            İznik için tarihi geçmişe ait en önemli olaylardan biri de, Osmanlının Üniversiteleri olan Medreselerin ilkinin Osmangazi Tarafından İznik’te kurulması ve Müderrisliğine de Davud-i Kayserinin getirilmesidir. Zamanla bu Üniversitelerin sayısı İznik’te  yedi taneye kadar çıkmıştır.
            İznik Osmanlının payitahtlığını yaptığı dönemde hem devletin merkezi hem de ilim, irfan ve kültür merkezi olmuş, surların içinde onlarca cami, medrese, zaviye, türbe, hamam ve imarethane gibi eserlerin hep birlikte faaliyet içersinde olduğu bir dönemi yaşamıştı. İznik’te bu kadar çok imar faaliyetinin olmasının önemli sebeplerinden biride, 15 y.y. sonlarına kadar Osmanlının Sadrazamlık görevini üstlenmiş olan Çandar’lı ailesinin İznik’e ayrı bir değer vermesindendir.
            Kültür şehri olmasının önemli bir  unsuru da, İznik’in özellikle 15-16 ve 17. yüzyıllarda bir çini merkezi olmasındandır. Osmanlı İmparatorluğu tarafından desteklenen İznik çini sanatı, o dönemlerde İzniklinin en önemli gelir kaynaklarındandı. Çini üretim atölyelerinin, üretmiş olduğu ürünleri değerlendirememesi endişesi yoktu. Üretilen tüm çiniler sipariş üzerine yapılıyor ve hemen süsleyeceği Cami, Saray, Türbe vs  gibi eserlere gidiyordu. Bundan dolayı da çini üreticisinden istenen tek şey kalite idi. Hemen herkes en kaliteli İznik çinisini üretmek zorundaydı.
            17. y.y. gelindiğinde  Osmanlı Devleti gerileme dönemine girmişti. Ekonomik olarak ta sıkıntı içindeydi, yeni görkemli eserler yapılamıyor İznik Çinisi ile süslenemiyordu. İznik çini atölyeleri sıkıntı içine girdi ve bir bir kapandılar. 1716 yılına gelindiğinde İznik’te tek bir çini atölyesi dahi kalmadı. Son çini ustaları da saraya alındı.
            Günümüzde ise İznik çini sanatının tekrar yeniden başlamasının ilk öncüsü Rahmetli Eşref Eroğlu ustanın  Rahmetli  Faik Kırımlı (Ameli Faik) usta ile beraber 1985 yılında kurmuş oldukları İznik çini fırını iledir.
            19. y.y. sonlarında İznik ölü şehir’dir. 600 kadar nüfusun 100 kadarı Hıristiyan dır. Surların içinde bir köşeye büzülmüş harap ve bitap haldedir. Hiçbir eseri ayakta değildir. Bir iki  camisi, hamam, imaret ve bir han  gözlenmektedir. Ekonomik çöküşe, büyük depremler ve sıtma da eklenince tarihin ünlü başkenti bu hale gelmiştir.
           
            Üç siyasi olay
         Bu göl İznik gölüdür.
            Durgundur.
            Karanlıktır.
            Derindir.
            Bir kuyu suyu gibi
            içindedir dağların.
            …..
            Dizelerini “Şeyh Bedrettin Destanı” adı ile Nazım Hikmet’te yazdırtan “Şeyh Bedrettin’in sürgün yeridir İznik. Fetret Devrinde Musa Çelebinin yanında yer alan Şeyh Bedrettin, Musa Çelebinin yenilmesi ile İznik’te sürgün hayatı yaşamıştır.
                       
            Küçük Mustafa tahtı ele geçirmek istiyordu. İznik’i aldı, Bursa üzerine yürüyecekti ki, ll.Murat Şehzadeyi yakalattı. Ve kale kapısının yanındaki incir ağacında idam etti.
            lV.Murat İznik üzerinden Bursa’ya giderken İznik yollarının çok bozuk olduğunu gördü. İznik Kadısını derhal idam ettirdi. Kadı’nın cesedi üç gün kale kapısında asılı kaldı.
           
            İki Hikaye
         Fatih Sultan Mehmet Han’ın annesi hastadır, şifa bulmaz. Fatih’e, Eşrefoğlu’nu tavsiye ederler. Padişah Eşrefoğlu’nu getirmesi için adamlarını İznik’e gönderir. İznik bağlarında şarap içe içe İznik’e varan Fatih’in adamları sarhoş halde Eşrefoğlunun dergahına varırlar. Eşrefoğlu içeri girmelerine izin verir. Eşrefoğlu, “Onlarda pekmez, bizde un var. helva yapıp yeriz” der. Gelenlerin yanlarındaki şarap şişeleri alınır, artık onlar pekmeze dönmüştür, unla karıştırılıp helva yapıp yenir. Kalan helvayı da adamlara vererek “sizi buraya kim gönderdiyse bunu da ona verin “ diyerek adamları selavatlar. Fatih çok sinirlenir, fakat yinede helvadan annesine yedirir. Annesi şifa bulup, iyi olur.  Fatih Sultan Mehmet Han’ın gönlünde Eşrefoğlu vardır. Yollara düşer tebdili kıyafetle Eşrefoğlu’nun dergahına varır, mürit olmak istediğini söyler. Ancak Eşrefoğlu Fatih’e şöyle der. “ Padişahım, varın siz adaleti kendinize  meslek edinin, bütün enbiya ve evliyanın duası sizinle beraberdir.” Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’a, devletinin başına döner.
            Eşrefoğlu Rumi, Çobanlık yapmaktadır. Sürüsünün içine bir Rum kadın her sabah danasını katar. Ancak dana sürüyle gezmemekte sürüden ayrılmaktadır. Bunu kadına söyler. “Dananı benim sürüme katma orada burada geziyor, kurt kapar benden bilirsin” der. Kadın dinlemez danasını yine sürüye katar. Bir gün dana sürüden ayrılır ve kurt kapar.  Bunun üzerine Rum kadın Eşrefoğlu’nu kadıya şikayet eder. Eşrefoğlu’da Kadı’ya, kadına bu durumu her defasında ikaz ettiğini, buna da bahçesindeki çınar ağacının şahit olduğunu söyler. Kadı, “yahu hiç çınar ağacı şahitlik yapar mı” der. Eşrefoğlu ise “siz emir buyurursanız yapar” der. Kadıyı çınar ağacının yanı götürür. İşte şahidim diyerek çınar ağacının dalından tutup duruşmaya götürmek isteyince, çınar ağacının yürüdüğünü gören Kadı, Eşrefoğlu’nun doğru söylediğine inanır.
            İşte bu ağaç, Davud-i Kayserinin Türbesi başındaki 1255 yıllık anıt çınardır.
            Kurtuluş Savaşı yılları
         İznik belki de tarihinin en kötü dönemini bu yıllarda yaşadı. Defalarca el değiştirdi. İznik Yunanlılar için de Türkler için de vazgeçilmezdi. Her el değiştiğinde yangınlar, yıkılmalar yaşadı. Yunanlılar Eşrefzade camiini yaktılar yerle bir ettiler. Yeşil camiinin mermerlerini kırdılar, yıkılması için ana ayaklardan birini yıkmak istediler ama başaramadılar. Ayasofya Camiini yaktılar. İznik’i savunan Türk çetelerde, bütün bunlara misilleme olarak Koimises kilisesini havaya uçurdular. İznik harap ve bitap bir haldeydi. Kasaba tamamen boşalmıştı. Hıristiyan nüfusun tamamı buradan göçmüştü. Türklerinde bir çoğu terk etmiş komşu kasabalara gitmişlerdi. Savaş sonrası giden Türklerin yerli aileleri geri dönüp bu kasabanın tekrar hayat bulup, bu günlere gelmesi için uğraş verdiler.
            1923 sonrası
            Bu dönemin en ilginç olayı Yunanlıların yapamadığı bir işi 1930 ların yönetiminin yapması oldu. Belediye binasının hemen yanındaki Hacı Hamza Camii ve türbesi bir gecede yıkılarak yerle bir edildi. Osmanlının bir eseri yok olup toprak altına itilmişti. Kasabada sadece bir mescitte namaz kılınabiliyordu. O da bir kısmı yıkılmış olan 50 kişilik Hacı Özbek mescidiydi. Yeşil Cami Buğday deposu, Yakup Çelebi Zaviyesi depo, Mahmut Çelebi harap haldeydi.
            1950 yıllarda İznik Halkı Eşref Rumi Camiini yeniden yaptı. Yeşil Cami, Mahmut çelebi Camii temizlenerek ibadete açıldı. 1960 lı yıllarda Yakup Çelebi camii İbadete açıldı.
            Bu dönemde İznik’e imar olarak Kaymakamlık binası, Hükümet binası, ilkokul, orta okul yapıldı. Nilüfer Hatun İmarethanesi Müze olarak hizmete sokuldu.
            Son yıllarda ise l. Murat hamamı, ll. Murat hamamı, Kırgızlar türbesi, Şeyh Kutbettin Camii Türbesi,  Halil Hayrettin Paşa Türbesi, Alaaddin Mısri Türbesi, Kaymakamlık Binası, Dikilitaş restore edildi. Son olarak ta Ayasofya Camii Restore edilerek ibadete açıldı.
           
           
            Serdar AYDIN – Ocak 2013
                                       e-mail: serdarayd@yahoo.com
                                        www.twitter.com/serdarayd 
                 Kaynakça:
                 Prof.Dr.Semavi Eyice, Sanat Tarihi araştırmaları dergisi 1988
                 M.Kağan Usta , İnanç Turizmi Potansiyeli açısında İznik’in değerlendirilmesi
                                        Yüksek Lisans tezi 2005
                 İsmail Özgören, Dört Kapı dört medeniyet 2011  
                 Sibel Bodur , Antik dönemde İznik Yayınlanmamış Y.Lisans Tezi
                 Hüseyin Avcı, İznik Kaymakamlığı Restorasyon çalışmaları  2008
                 Uluslar arası İznik Sempozyumu 5-6-7 eylül 2005 Tebliğleri
                 İnternet: www.e-tarih.orgwww.wikipedia.org
                
                         
Serdar AYDIN